“Godspeed You Black Emperor – East Hastings” parçasına yazılmış kısa bir senaryo denemesi.
HERKESİN YOLCULUĞU KENDİNE
Sahne: karşılıklı iki uzun koltuktan oluşan eski bir tren kompartımanı. Kompartımanın penceresi seyirci tarafındadır, kapısı kulise bakar.
Kişiler:
Rahip (Peder)
Bahçıvan
Rock müzisyeni (Rakçı)
Dilenci
Tren, İngiltere’nin “east hasting” bölgesinden batıya gitmek için istasyonda beklemektedir. Kompartımanda üç yolcu vardır.
Rahip; kırklı yaşlarda, inançlı, elinde bir İncil var, Üzerinde siyah rahip elbisesi vardır, trende gidiş yönünün tersine olan koltukta oturuyor, yüzüne zoraki bir gülümseme asılmış gibi duruyor, bileti gidiş-dönüş. Farklı şehirlerde kilise adına vaazlar vermektedir.
Rock müzisyeni; otuzlu yaşlarda, siyah deri montu, siyah pantolonu, siyah tişörtü ve siyah çizmesi var. Elinde bir gitar taşıyor, gidiş yönündeki koltukta oturuyor, bileti gidiş-dönüştür. Biraz gergin, inançsız, isyankar ve alaycıdır. Batıya konser vermeye gidiyor.
Bahçıvan; ellili yaşlarda, zaman zaman her iki taraftaki koltukta oturuyor, zaman zaman ayakta, pencereden dışarıyı seyrediyor. Bileti tek gidiş. İç huzurunu yakalamış, sakin, saygılı bir tavrı vardır. Yüzünde gülümseme eksik olmaz. Batıya, bir arkadaşının daveti üzerine bir bahçe düzenlemesi için gidiyor.
(Kompartımandaki üç yolcu, koltuklarına oturmuşlar ve trenin kalkış saatini beklemektedirler. Rahip elindeki incili karıştırmaktadır. Rakçı gitarının akordunu yapmaktadır. Bahçıvan pencereden dışarıyı seyretmektedir. Bu arada istasyonda ne dediği tam anlaşılmayan kötü bir İngilizceyle yaşlı bir dilenci yüksek sesle bir şikayette, ağıtta bulunmaktadır. Sonrasında tren penceresine yanaşır.)
Dilenci: (avucunu pencereden içeri uzatır) Tanrı rızası için şu garibe biraz yardım edin.
Rahip: Tanrı taksiratlarını affetsin yavrum. İsteklerini sadece tanrıdan dileyebilirsin! Ne mutlu ruhta fakir olanlara. (dönüp elindeki incili karıştırmaya devam eder)
Rakçı: Babalık! Yardımı seni bu hale getirenlerden istemelisin. Seni bu hale getirip sonra “ne mutlu sana” diyen mutlu bir azınlıktan ne beklersin?
Bahçıvan: (çıkarır biraz para ve yanındaki içinde çiçek tohumları olan küçük bir kese verir, gülümser)
(Uzunca bir sessizlik. Tren hareket eder)
Rahip: (biraz gerilmiştir) az önceki sözleri bana mı söylediniz genç dostum?
Rakçı: Eh! İnsanların hem paralarını hem inançlarını, hem de ruhlarını tanrının adını kullanarak istimlak etmekte sizin temsil ettiğiniz kurumun önemli bir katkısı olduğunu bütün dünya bilir. Üzerinize alınmanızı gerektirecek kadar açıktı sanırım.
Rahip: Ben sadece tanrı rızası için görev yaparım. İnsanların duymak istediklerini söylerim. Beni yargılama yetkisini nereden aldınız? Sizin de insanların estetik duygularını sömürdüğünüzü söylemeliyim.
Rakçı: (alaycı) Tanrı rızasına erişmek için fena bir maaş ödenmiyordur her halde. Ben de insanların duymak istemediklerini söylediğim için mi siz de yargıç rolüne soyundunuz? Sen ne dersin çiçekçi? Tanrı senin ektiğin çiçekler için de maaş ödüyor mu?
Bahçıvan: hayır her hangi bir yerden maaş almıyorum. Ama bahçesini güzelleştirdiğim insanlar ektiğim çiçeklerin bedellerini verirler. Belki bazen ektiğim çiçeklerin renk renk açması da iyi bir hediye sayılabilir.
Rahip: Bakın! tanrının bir şeyler vermek için kimin elini kullandığını bilemeyiz.
Rakçı: Bir şeyler almak için kimlerin elini kullandığı belli ama. Ya da kimlerin insanların ellerindekini almak için tanrıyı kullandıkları… Sizin gibiler dünyayı yaşanabilir bir yer olmaktan çıkardı.
Rahip: Sizde bunun protesto edip para toplamaya, çıkar elde etmeye çalışıyorsunuz. Ortak sayılırsınız. Neden şikayet ettiğinizi anlayamıyorum. Vicdanınızı rahatsız eden bir şey mi var acaba?
Rakçı: Papaz efendi vaazı yanlış yerde veriyorsunuz. Sadece yaptığım müziği paylaşırım dürüstçe, insanlar biletini alıp konsere gelirler. Onları zorlayan yok.
Rahip: Kiliseye gelmeleri için de zorlayan yoktur.
Rakçı: Tabi tabi! Önce günahla korkut sonra kurtarmak için kiliseye çağır. Küçük bir bağış karşılığı da cennetten uygun bir parsel ver. İyi bir alış veriş, hatta vermeden alış.
Bahçıvan: sevgili dostlarım, bu konuşma daha sonra olmaktan hiç hoşlanmayacağınız bir yere doğru gidiyor. Farkında mısınız bilmem ama hepimiz aynı trenin içinde aynı yöne doğru gidiyoruz. Bu yolculuğu bir birimize daha çekilir hale getirmek için ne yapabiliriz?
Rahip: (gergince) Genç dostumuz birilerini diliyle dövmek için pek hevesli. Binlerce yıldır milyarlarca insanın inandığı tanrı inancına ve milyonlarca insanın bağlı olduğu kilisemize saldırıyor.
Rakçı: sözüm ona Tanrı adına konuşup ellerinizi insanların boğazlarından çekmezseniz geleceğin dünyası pek de iyi görünmüyor. Kendi inançlarınız adına dünyayı talan ettiniz. İnsanlara şefkat, merhamet vermesi gereken bir inancı iktidar ve baskı aracına dönüştürdünüz.
Rahip: Sizde bunu para ve şöhrete çevirmiyor musunuz?
Rakçı: İnsanlar sizlerin yüzünden acı çekti, hala da çekmeye devam ediyor.
Rahip: İnsan acı çekmek için dünyaya gelmiştir. Biz sadece bu acıyı hafifletmeye çalışırız.
Rakçı: İsa insanlara “mutlu” olmalarını öğütlememiş miydi? Ne ara mutluluğu kendinize, acıyı halka çevirdiniz? İsa insanları iyileştirmişti, özgür bırakmıştı siz ne ara bunu tekrar hastalığa ve köleliğe çevirdiniz?
Rahip: İncili okumadığınız belli oluyor. İnsanların acılarına derman olmanın neresi kötü?
Rakçı: sizin de okuduğunuz İncili hiç anlamadığınız belli oluyor peder. Tabii ! aldığınız maaşınız gerçekleri söylemekten daha değerli görünüyor. Onun sözlerini de sadaka niyetine insanlara dağıtmaya cüret ediyorsunuz.
Rahip: (iyice sinirlenmiştir) söylediklerinize dikkat edin, haddinizi aştınız.
Rakçı: (alaycı bir tavırla) Bana haddimi siz mi bildireceksiniz yoksa tanrıya mı havale edersiniz?
Rahip: Ben namuslu, dürüst biriyim. Hakaret edemezsiniz.
Rakçı: Atlantiğin öte yanındaki büyük bankalar da halkın emekli fonlarını, birikimlerini çalmak için dürüst insanları çalıştırıyorlar. Sırf maaşlarını kaybetmemek için bu talana ortak olmaları onları hala dürüst yapar mı peder?
(sessizlik)
Peder: (sakinleşmeye çalışarak) sizi ciddiye almayacağım.
Rakçı: (alaycı bir tavırla) iyi bir inanç sahibi olarak size öğretildiği gibi öteki yanağınızı dönmeyecek misiniz?
Peder: sizin bu saldırgan tavırlarınız şarkılarınızda söz ettiğinizin aksine pek barıştan yana olmadığınızı gösteriyor. Sizin de pek dürüst olduğunuz söylenemez.
(sessizlik)
(her ikisi de bahçıvana dönerler. Sanki onun hakem olmasını isteyen bir ruh halleri vardır.)
Bahçıvan: (gülümser) anlıyorum.
Rakçı: Sizden yardım isteyen birine ezberlediğiniz klişe sözlerinizle neden geri çevirdiniz? Tanrının yardımına layık olmadığını mı düşündünüz? (sessizlik) öyle ya! Tanrınızı bilemem ama insanları ayırt etmeyi inancınız mı, işiniz mi öğretti size?
Peder: (elindeki incili biraz daha sıkı tutar, alaycı bir tavırla) sizin yaptığınız da benden farklı değildi. Bana mı kızıyorsunuz, kendinize mi? Tam anlayamadım. Bana ahlak dersi verene bakın.
Rakçı: (daha sakin bir ses tonuyla) Ahlak dersine değil ama “uyanabilirseniz” iyi bir kahvaltıya ihtiyacınız olacak. (Rahibin az önceki sözleri içine vermiş gibidir.)
Rahip: (gülümser) Uyandığınızda sizi de kahvaltıya beklerim. (sessizlik) aslında farklı yönlere bakan koltuklarda otursak da aynı tren içindeyiz. (sessizlik) Tıpkı hayat gibi. (sessizlik, derin bir iç çekiş) Sanırım çiçekçi haklıydı. Üstelik yardım isteyen birine o anda ihtiyaç duyduğu tek şeyi de o verdi. Hiç kimseyle kavga etmeden.
(Her ikisi de bahçıvana dönerler. Onu ilk kez görmüş gibidirler.)
Bahçıvan: Sakinleşmenize çok sevindim.
Rakçı: (merakla) Nasıl başarıyorsunuz bunu? Yani bunca patırtının ortasında sakin kalmayı.
Bahçıvan: Sanırım çiçeklerle uğraşmanın insana öğrettiği en güzel şey sabır ve anlayış olsa gerek. Her renge ve ifadeye saygı duymayı da öğretiyor.
Rahip: Hangi kiliseye bağlısınız acaba?
Bahçıvan: herhangi bir kiliseye bağlı değilim sayın peder.
Rahip: Nasıl olur? Davranışlarınız iyi bir Hristiyan ahlakına çok uygundu.
Rakçı: (alaycı) O ahlakı dilenciye karşı neden siz gösteremediniz sayın peder?
Rahip: (Rakçıya kızgın bir bakış atar, susar, yüzünü Bahçıvana döner)
Bahçıvan: (gülümser, bir ders verir edasında değil, kendiyle konuşur bir biçimde) Ahlakı her hangi bir dine bağlamam sayın peder. Bunun için “insan” olmayı yeterli bulurum. Elbette her hangi bir yolu seçip buna inanan herkese de saygı duyarım.
Rahip: İnançsız olduğunuzu söylemeyeceksiniz değil mi?
Bahçıvan: Elbette hayır. İnanmak dediğiniz “bilmenin” bir adım öncesi. Eğer sizi bilme alanına getirmiyorsa, resmin bütününü görmenizi sağlamıyorsa masal olmaktan, gelenek olmaktan öte ne ifade edebilir ki? İnanç bilince evrilmiyorsa konforlu bir uyku alanı sağlar insana zamanla. Bilinç de sonsuza uzandığına göre inanç alanı her zaman var olacaktır. Merdiven basamakları gibi, inancınızı bilme alanına taşıdığınızda bulunduğunuz bu yeni bilinç basamağı bir sonraki basamağın inancı haline gelir.
Rakçı: (Bahçıvana doğru eğilir, merakla) Anlamak için soruyorum. İnancının bilinç haline geldiğini nasıl ayırt edebilir insan? Bu bir zan ya da yeni bir varsayım da olabilir.
Bahçıvan: Çok haklısınız! Eğer onu duyma cesareti gösterirseniz, bunun en uygun yanıtını size sadece kalbiniz söyleyebilir.
Rakçı: Kafam karıştı çiçekçi.
Bahçıvan: Kafa karışıklığı, aklınızla kalbinizin farklı şeyler söylemesidir. İnsanın kendini tanımaya doğru olan yolculuğunun yakıtı gibidir bu karışıklık. Aklınız “doğru” olanı, kalbiniz “uygun” olanı söyler size. (sessizlik) Her doğru her zaman, herkes için uygun olmayabilir. Ya da tersi. Bu karışıklığın üstesinden geldiğinizde bilinciniz bir üst basamağa yükselmiş olur.
Rakçı: Ne yani dünyadaki bunca çatışma bilincin yükselmesi için mi?
Bahçıvan: İyi bir senaryo çatışma olmadan çözüme ve finale ulaşmaz. Yaşam dediğiniz de bir senaryonun kostümlü provasından başka en iyi neye benzetilebilir ki? İnsanlık bu çatışmaları aşıp çözüme ulaştırdığında, kavgayı barışa dönüştürdüğünde beklenen “mutlu son” gerçekleşebilir.
Rakçı: (düşünceli) Uzun bir yolculuk da iyi bir benzetme olabilirdi.
Bahçıvan: Evet iyi bir benzetme. Yaşam denilen şey her birimizin kendimize doğru olan uzun bir yolculuktan başka nedir ki?
Rahip: Dilenciye para verirken böyle mi düşündünüz?
Bahçıvan: Dilenci sadece yardım istedi, ben de olan ne ise olanın bir kısmını ona verdim. Yani biraz param ve çiçek tohumu vardı onlardan verdim. Bu davranışa özel bir anlam ya da düşünce yüklemedim. Hepsi bu.
Rakçı: Herkes kendi rolünü oynar ha?
Bahçıvan: Eh! Bir anlamda. Rolle o rolü oynayanı bir birine karıştırmadığımızda barış daha çabuk yer alır hayatlarımızda. Sadece oynanan rollere odaklanma alışkanlığı geliştirdiğimiz için bu gün herkesin şikayet ettiği bu dünyayı oluşturduk.
Rahip: Eh! Senaryoyu yazan da tanrı olsa gerek
Bahçıvan: O’nun kendi yazıp oynadığımız insanlık oyununda bizi özgür bıraktığını sanıyorum. Yoksa “insan” olma sorumluluğunu nasıl üstlenebiliriz ki?
Rakçı: tanrıyı başrolden indirdin çiçekçi.
Rahip: sizin söylediklerinize katılmıyorum. O her şeyi gören gözeten babamızdır..
Rakçı: Oyunun bu sahnesinden rahip “söylediklerinize katılmıyorum” der. (güler) O’nu neden kişileştirme ve bir cinsiyet yükleme eğilimindesiniz peder?
Rahip: Bu benim kişisel ilişki alanım olabilir, ne kadar çok kişi bunu yaparsa toplumsallık kazanır. Milyarlarca insan da bu yolu benimsemiştir.
Rakçı: Yine başa döndük. Çiçekçinin söylediği doğruysa milyarlarca insan henüz inanç basamağında duruyor ve henüz onu bilmiyor. Bu da işinizi iyi yapmadığınızı gösteriyor peder.
Rahip: Yine beni kızdırmaya mı çalışıyorsunuz?
Rakçı: kişisel ilişkinizi, inancınızı topluma dayatıp genel geçer doğru haline getirmenizi sorgulamanıza yardım ediyorum diyelim.
Rahip: Çoğunluk bu yolu tercih ediyor
Rakçı: % 51 inandığında, inanç “hakikate mi” dönüşüyor? (alaycı bir tavırla) Neden bu kadar uğraşıyoruz ki? Anket yapalım ve gerçeği bulalım (!) Oysa hayat bunun tam tersini gösteriyor.
(Rahip gerilmiş, huzursuz görünmektedir)
Bahçıvan: pek çoğumuz karşımızdakinde gördüğümüz kendimize kızarız. Aynadır insan insana. Oysa bakılacak ve görülmesi gereken tek yer varsa o da kendimiz. İnsan kendinde olmayanı bir başkasında göremez. Göz her şeyi görür de kendini görmez. Kızarak ne kendimizi ne birbirimizi anlayabiliriz.
Rakçı: Şimdi biz kendimizle mi kavga ediyoruz? (kendi kendine konuşur) Bizde yıllarca barış şarkıları yapıyoruz. İşe bak (kendi kendine gülümser)
Bahçıvan: (bir süre sessiz kalır, gülümser) “Sorgulamakla” “yargılamak” fazlasıyla yakın durur zihnimizde. İkisi de bir birine benzer ama sizi götürdüğü yol tamamen zıt yönlerdedir.
Rahip: (düşünceli) İnsan olmanın sorumluluğu ha? Sorumluluğu bir başkasında görmeye ne kadar da alışmışız. Sanırım kendi payımıza düşen sorumluluğu almak, yaşam oyununda rolümüzü iyi anlamaktan geçiyor
Bahçıvan: Sayın peder, yaşam dediğimiz sahnede hangi rolü oynadığımız değildir önemli olan, ne olduğumuzdur.
(Rakçı gitarını eline alır, kısık sesle çalmaya başlar. Fonda “east hasting” müziğinin 3. Bölümü çalar. Rahip pencereden dışarı bakar. Hepsi kendi iç dünyalarına dalmıştır)
(Tren istasyona girer)
Bahçıvan: (çantasını raftan alır, her ikisine de döner, saygıyla eğilir) Çok güzel bir yolculuktu, sohbetinize de varlığınıza da çok teşekkür ederim.
(her ikisi de hayretle Bahçıvana döner)
Rakçı: (şaşkın) Ne sohbeti? Bindiğimizden bu yana hiç birimiz ağzımızı açmadık.
Rahip: (şaşkın) Sohbet mi? Yol boyunca bir tek kelime etmemiştik ki?
(sessizlik)
Bahçıvan: (gülümser) İnsanın bir birini anlaması için her zaman “dile” ihtiyacı olmayabilir. Bazen en iyi sohbet sessiz yapılandır. Bir sohbeti değerli kılan, pek çok zaman söylediklerimiz değil, duyduklarımızdır.
Rakçı: (gitarını kılıfına sokarken) sayın peder Pazar günü nerede konuşacaksınız? Sizi dinlemeye geleceğim.
Rahip: (gülümser) Mandela parkında olacağım. Beklerim. Dünya barışından söz edeceğim. Akşam ben de sizin konserinize gelmeyi çok istiyorum.