Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
-Orhan Veli-
Hem yaşadığımız coğrafyada hem içimizde ‘faylar’ kırıldı, sarsılarak uyandık. Evlerimiz, şehirlerimiz yıkıldı, algılarımız yıkıldı, anlamlarımız çöktü. Bir vardık, bir yoktuk. Pek çok ‘canımız’ gitti. Büyük ‘sarsıntıların’ ardından şaşkınlık ve nasıl ortaya çıkacağı, nereye yöneleceği kestirilemeyen yoğun duygu durumları durulduğunda pek çoğumuz, sahip olduğumuzu zannettiğimiz anlam alanından daha derin bir ‘b o ş l u ğ a düştüğümüzü’ hissettik.
Bazılarımız bunu dile getirebildi, bazılarımız dile getiremedik, gözlerimizden anlaşıldı.
Dolaplarımız
Evlerimiz
Caddelerimiz
Şehirlerimiz
Hayatlarımız
İlişkilerimiz
Zihinlerimiz … tıka basa dolu da olsa zamanlardan bir zaman o boşluğa düşüyor insan. Belki sahip olma güdüsüyle, belki yalnız kalma korkusuyla, belki de hayata tutunma ya da kolaylaştırma adına her yeri her şeyle doldurup sıkış sıkış “yaşamaya” alıştık, buna da ‘hayat’ adını verdik. Bu kadar ‘sıkışmışlıkla’ içimizdeki fayların da kırılması kaçınılmazdı sanki. Kırıldı da.
Göçmüş anlamlar enkazı altında kaldık.
Kimileri hayat dedikleri bu zaman geçirme süresi içinde bir yerlerde, batmış bir kıymık gibi zihinlerinin bir köşesinde duran “eksik bir şeyler var” ya da “konforum yerinde ama neden mutlu değilim?” gibi benzer soruları sorduğu, hayatın anlamını sorgulamaya başladığı bir farkındalık öncesi an yaşarlar. Ansızın içeriden merhaba der ‘boşluk!’
Zannederim bu durum daha çok büyük bir kayıp, bir ‘sarsıntı’, bir travmayla bedenin kaldıramayacağı ağırlıkta yüksek duygulanımların insanı istila etmesiyle ortaya çıkıyor.
Düşüncelerinin, hislerinin, inançlarının, tutunduğun, güvendiğin ne varsa varlığını teselli edemediği, hatta terk ettiği bir andır bu an. Kendine ne kadar yabancı olduğunun en yoğun hissedildiği, farkına varıldığı bir hal. Varlığının kısa sürede olsa artık bedenine sığmadığı, egonun cenderesinden kurtulduğu andır. İnsan olma yorgunluğunun en yoğun haliyle üzerimize çökmesidir.
Boşluğa düşmek korkutur insanı. Bütün düşüşler gibi.
Egonun korkusudur bu. Kontrol edemediği alandır. Sınırlar içinde var olmaya alışmış egonun çaresizlik, yetersizlik anıdır.
Sonrasında çok kimsenin bu boşluğu doldurma telaşını yaşaması bundandır. Aşina olduklarına daha sıkı tutunma, alışkanlıklarına sarılma, kendini bir şeylerle oyalama nafile çabasına girişilir.
Ancak, o ‘b o ş l u k’ bir kez yaşandığında hayat aynı biçimde dönmez artık. Başka kapıların açıldığı, başka seçeneklerin göründüğü, hayatın genişleme anıdır bu. Dönüşme davetidir. O kapıdan geçmeye, ötesine adım atmaya cesaret edenler boşluğa düştüklerini değil, ‘boşluk olduklarını’ anlayabilirler.
B o ş l u k ‘iyidir’ …
İzin verin.
Boşluk öyle sanıldığı gibi kaçınılması gereken ‘kötülük’ hali, çıkmazda olmak değildir. Her şeyin anlamsız gelmesi değil, hayata verdiğimiz anlamın artık dar gelmesidir. Binlerce yıllık özlemin hatırlanmasıdır belki de.
Boşluğa düşmekten değil, ‘b o ş l u k olmaktan’ söz ediyorum.
Tüm varlığın doğduğu yokluktur, boşluk.
Gerçeğin doğumevi, yaratımın ilhamıdır.
Sonsuzluktan önceki, sınırsızlık denizine açılan çıkış limanıdır boşluk olmak. Tüm olasılıkların olanağa döndüğü, her şeyin mümkün olduğu imkânlar alanıdır. Doldurulamayan, dondurulamayan, nesneye bağlı olmayan anlam kaynağıdır. Sözlerin, kelimelerin, kavramların ötesindeki mutlak dinginlik, sessizliktir. Gerçek varlığın kendini hatırlatmasıdır.
Karşıtların birbirini var ettiği, bir arada olanların birbirine dönüştüğü, birbirlerinin içinde eridiği, bir şeylere tutunmak zorunda hissedilmediği ‘serbest dalış’ niyetidir. Yüzeydeki tüm bağlardan, anlayışlardan özgürleşme halidir. Ayrılıkların bittiği, parçaların bütünle kavuşma anıdır ama hiçbir şeyin aynı olmadığının seyridir.
Kapanmayan, kapanmayacak derinliktir.
Zamanın ötesi, hayalin, hareketin, hayatın tasarım atölyesidir. Evreni, dünyayı, hayatı bir şeffaf perdenin ötesinden izleyebilme yetkinliğidir. Henüz biçimlendirilmemiş yeryüzü bilincinin hammaddesi, yaşamın nefesidir.
İnsanın kendini, varlığı, varoluşu en saf ve her haliyle gözleyebileceği aynanın ötesidir. Sevginin, şefkatin, merhametin, adaletin, saygının, barışın, yaşanabilecek tüm erdemlerin sınırsız kapsama alanıdır.
Varlık alanına çıkmamış, zaman yatağına girmemiş tüm oluşa hamile olmaktır boşluk.
B o ş l u k ‘iyidir’ …
Keşfedin.
Duysak da duymamakta ısrar etsek de bu günlerde bildiğimiz hayat bazılarımıza “hoşça kal”, bazılarımıza “boşça kal” diyor. Sen nasıl duymak istersen öyle geliyor. Gönül rahatlığıyla, biriktirdiğin, tutunduğun, inandığın, varsaydığın pek çok şeye hoşça kal diyebileceğin, tercihlerini, bakışını, var saydıklarını değiştirebileceğin, yeni kendine “merhaba” diyebileceğin cesareti de fırsatı da sunuyor.
B o ş l u k ‘iyidir’ …
Anlayın.
…
Biliyorum! söylediklerimin hepsi boş, hepsi boşluktan. Söz dediğin elekle su taşımak gibi. Taşıdığı anlamın çoğu yolda akar, dökülür. Bırakalım aksın akacağı yere, nasılsa boşlukta bir yerlerde hâlâ var duracak. Kendisi olmasa da ıslaklığı ellerimizde kalır. Belki birilerinin yüreğindeki tohumları yeşertir, belki birilerinin yaratımına, birilerinin sanatına malzeme olur. Kim bilir? Birilerinin sadece hayatın içindekilere değil, hayatın kaynağına tutunma niyetine can verir.
Boş bir sayfayı boşluk övgüleriyle doldurdum ama ne yaparsınız işte! Anladıklarını anlamlandırıncaya kadar boşlukları doldurmadan duramıyor insan. Basamak taşları döşemek gibi. Boş sayfa görünce, içindekileri dökme ihtiyacı, yazma güdüsü dürtüyor insanı.
Yine de silginin, kalemin yakınlarında olduğunu biliriz. Yaz, sil, doldur boşalt geçiyoruz hayatın içinden. Giderken, o boşluk anlarında bir ses derinlerden sesleniyor, o daveti duyuyoruz, bir yer var biliyoruz ve yol kaçınılmaz olarak ‘b o ş l u k t a n’ geçiyor …
B o ş l u k ‘iyidir’ … yaşam denilen varlık alanına armağan ettiği her şeyin, herkesin kıymetini bilmeli, tadını çıkarmalı, varken, henüz silgiyi kullanmamışken.
Orhan Veli ustayı sevgi, saygıyla anarak, sevenlerinin de hoşgörüsüne sığınarak, onun hissettiklerini ‘kendimizce’ dilinde bir de şöyle ifade etsek;
Bir yer var, gidiyoruz;
Her şeyi eylemek mümkün;
Epeyce yaklaştık, duyuyoruz;
Anlatamıyoruz.