… Gerçeği doğruyu seçmiş
Yürekten yüreğe göçmüş
Bir attır yelden su içmiş
Dağlar deli dağlar aha…
– Fazıl Hüsnü Dağlarca –
Dağ yolculukları, insanın kendini ya da anlam arayışıyla en çok örtüştüğünü düşündüğüm yolculuk. İnsanın kendi gerçeğini aramak, kendini bulmak, kendi olmak için çıktığı yol gibi anlamlı.
Bazı insanlar dağlara gezmek için, bazıları ise yalnızca zirveye tırmanmak için gider. Yürüyüş amaçlı çıkanların niyeti “biraz gezmek, görmek, belki piknik yapmak ya da yaşadıkları şehir atmosferinden uzaklaşmak ” olabilir, belli bir hedefe ulaşmak için yola çıkmazlar. Bir yol belirler ve yürürler. Seçtikleri yol kendilerini ister istemez şuraya veya buraya götürür. Bazen yemyeşil bir vadiye, bazen bir uçurumun kıyısına. Bazen hayranlığa, bazen hayal kırıklığına.
Dağa tırmanmaya başlanılan nokta önemlidir. Çünkü her nokta insana, yukarılara götürecek, kendine özgü bir ya da birkaç yol sunar. Bir yol önerilmişse, önerilen yol genellikle, daha önceden birilerinin gidip geldiği, bilinen bir yoldur. Bu yolu izlersen işler görece kolaylaşır, tehlike azalır; ta ki bu yol belirsizleşene, bu yolu kaybedene, yoldan ayrılana ya da yolun çatallara ayrıldığı ana kadar. Dolayısıyla dağlarda ya da tanımadığı bir dağda ilk kez yürüyüşe çıkanların, eğer amaçları –genelde olduğu gibi– sonu sıkıntıyla biten bir maceraya atılmak değilse, yapacakları en akıllıca şey, başlangıçta bu tür yollardan birisini seçmektir. Gerçi bunlar her ne kadar daha önce başkalarınca açılmış yollar olsa da, üzerinden ilk kez yürüyecek olanlar için yeterince macera sunan ve yeni olan yollardır.
Toprak yollar yürüyüşe ilk çıkanlar için idealdir; daha az maceralı ama güvenli yollardır. Patika ise genellikle daha tecrübelilerin ya da dağın içlerine, daha bilinmedik bölgelerine veya zirvesine ulaşmak isteyenlerin tercih ettiği yollardır. Daha yorucu, daha bilinmez, daha gizemli ve daha tehlikeli yerlerden geçer. Patika yolda yürüyüşün en önemli ve tehlikeli anlarından birisi; saatlerce – ya da yaşamca – yürüdükten sonra yolun birdenbire bittiği anlardır. Bir anda onca çabanın boşa gittiği hissine kapılırsın. Ya geriye dönme ve yeni bir yol bulma ya da her şeyi göze alıp ilerleme seçeneği ile karşı karşıya kalırsın. İkinciyi tercih ettiğinde o güne kadar kimsenin bilmediği veya çok az kişinin bildiği ya da bir zamanlar bilinen ama artık unutulmuş olan yeni manzaralar, yeni alanlar, hatta yeni yollar keşfetme ya da dikenli çalılar dışında hiç bir şeye rastlamama olasılıklarının önünü aynı derecede açmış olursun…
Dağda toprak ya da patika yollar size görece rahatlık sağlar ve öznel bir sorumluluk yükler. Ne zaman patika bitip sadece arazi ile baş başa kaldığınızda o zaman siz sadece kendinizle, kendi sorumluluğunuzla, kendi sağduyunuzla ya da sezginizle yürümek durumunda kalırsınız. Seçim sadece sizindir. Bu seçimleri yapmak için pek çok referans kullanabilirsiniz. Anılarınız, istekleriniz, daha önce edindiğiniz bilgileriniz, hayalleriniz, cesaretiniz, merakınız, v.s.
Dağda yürüyüşün bir diğer önemli anı yolun birden fazla çatala ayrıldığı andır. Çatalın kollarından hangisi seni oraya kadar getirmiş olan asıl yolun devamıdır ? bunu bilebilsen bile yürüyüşün o anından itibaren geldiğin yolun devamını mı, yoksa onunla kesişen başka bir kolunu mu takip etmek daha “iyi”dir? Hangisinde yolculuk daha keyifli, daha güzel olur? Bu ve benzer sorulara, eğer aranızdan biri daha önce geçmemişse, tatmin eden bir yanıt vermek olanaksızdır. Ama yine de çatal yolların içlerinden biri seçilir. Seçim hem keyfidir, hem değildir. Bu yollar hakkında ancak yürüdükten sonra bir şeyler söylenebilmesi bakımından keyfidir. Ama aynı zaman da keyfi değildir, çünkü seçimleri belirleyen biraz da içinde bulunulan koşullar, olanaklar, yürüyüşe – yaşama – ne için çıkıldığı, ne beklendiği, nereden başlandığı, hangi yöne ilerlenmek istendiği gibi etkenlerdir.
Dağlarda gezerken çok az insana rastlanır. Rastlanabileceklerden bir kısmı yürüyüşe çıkanlar ya da zirveye çıkmak için gelenlerdir. Bazen de hayvan otlatmak, odun toplamak gibi maddi şeyler elde etmek isteyen köylülere rastlanır. Bu son gruptakiler sana “deli” gözüyle bakar, tüm kendi gerçeğini arayan insanlara baktığı gibi. Onlara göre dağa çıkan insan ya eşkıyadır ya da deli… Akıllı (!) insan haline şükredip oturur oturduğu yerde, o güzelim şehirleri bırakıp gelmek delilikten başka nedir ki ? …
Dağda yürümek alış veriş merkezinde gezinmeye benzemez. İlk zamanlar zevkli olabilir. Ağaçlar, kuşlar, dereler, temiz hava, hele bir de baharsa toprağın buğusu, yeni açan çiçekler… Ama dağ bir süre sonra tüm bunların yanında diğer yüzünü de gösterir, ayakkabı ayağını vurmaya başladığında, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen tırmanışlar ve inişler art arda dizildiğinde, düz yol bitip, dikenli, taşlı patika yollar uzayıp gittiğinde o ilk baştaki estetik haz alma anlarının seyrekleştiği ve yerini merak, tedirginlik ve ayakta kalma çabasının aldığı görülür. Gittikçe ağırlaşan sırt çantasının verdiği sıkıntı ve eksilmişlik duygusuyla dik bir yokuşu aşıp tepeye ulaştığında bazen bir haz dalgası tüm bedenini sarar, ama etkisi uzun sürmez; dik bir inişin, yüksek bir uçurumun veya ileride uzanan yeni yokuşların seni beklediğini görürsün… Ama aynı zaman da önüne dikilen her yeni engel beraberinde, bir engeli aşmanın kendi hazzıyla birlikte yeni umutlar da getirir… Hatta öyle durumlarla karşılaşırsın ki bazen dağın seni teslim aldığını, iradenin etkisiz kaldığını, sürüklenmekte olduğunu hissedersin, kim bilir hatta her şeyin gerçekten bundan ibaret olduğunu bile düşünürsün.
Bazen de yorucu tırmanıştan sonra, kan ter içinde tepeye ulaştığında manzara gerçekten müthiş olabilir, ileri kıvrılarak akan bir nehir, veya aşağılarda kalan ve alabildiğince uzanan dağ sıraları ya da ağaçlarla çevrili, çiçeklerle donanmış bir açık düzlük veya vadiler arasına sıkışmış kar suları ile beslenen bir çiçek, bir an için bile olsa bütün yorgunluğunu – kırılmışlığını – alıp götürür. İleride karşılaşacağın yeni engellere doğru ilerleme ve onları aşma gücü verir.
Eğer belirli bir yerde kalıp, var olanla yetinerek kalan günleri kampta geçirmek istemeyenlerdensen, dağda yürüyüşe çıkmanın kaybetme ve kazanma, bulma ve yitirme, başarı ve başarısızlık, sevinç ve hayal kırıklığı, eski ve yeni, çirkin ve güzel, umut ve umutsuzluk hal ve duygularının çıkılan ve inilen yokuşlar gibi sürekli birbirini değişik mesafe, ağırlık ve ölçülerde takip ettiği ve zaman zaman karşıt gibi duran bu şeylerin aynı göründüğü bir “an’lar silsilesi” olduğuna tanık olursun…
Bir de dağa zirveye çıkmak amacıyla gelenler vardır. Onlar da hemen hemen benzer şeyler yaşayıp, benzer yollardan geçmişlerdir. Ama onlar yürüyüşe çıkanlar gibi dağ yaşamı ile içli dışlı olmazlar, belli bir hedefe doğru ilerleyenlerdir. Planlıdırlar, yola zirveye ulaşmak için çıkmışlardır. Dolayısıyla onlara göre en iyi yol, kendilerini zirveye en çabuk ve en güvenli biçimde ulaştıran yollardır. Zaman kaybı istemezler, oyalanmazlar çünkü çıkılacak başka zirveler, kendilerinin keşfedilecek başka boyutları vardır…
İşte ! sanki yaşamın özeti gibi. Aslında her insan tüm varoluşun en zorlu zirvesine tırmanmakta. Kimisi bunun farkında kimisi değil… Yolun da yolculuğun da farkında olanlar birlikte yol almanın sorumluluğunu da taşır..
-Devam edecek-